Otizm ve Şahsiyet

-Ya da Gelişim ve Kişilik Oluşumu Hakkında Bir Yol Haritası-

Haluk Bilginer’ in başrolünü oynadığı ‘Şahsiyet’ dizisini izlemiş olanlar olabilir. İzlemeyenlere de tavsiyemizdir, izlemesi biraz zor olsa da. Bu dizi aklıma şu soruyu yerleştirdi: Şahsiyet nedir? 

Şahsiyet bir imza bırakmaktır. Olup bitenlerin seyircisi olmadığımıza ve kendimizce bir tepki verdiğimize dair bir imzadır, geçip gitmeyen, geçip giderken az ya da çok bir renk verebilendir. Dizide baş kahraman Agah Beyoğlu yıllar sonra bazı parçaların peşine düşüyor ve yaşananların hesabını soruyor. Hem de çok kendine özgü bir tarzda. Şahsiyet meselesi yapıyor bu hesabı. Hesabı hallederken bir nevi “şahsiyet” kazanıyor. 

Otizmli bireylerle çalışırken en önem verdiğimiz husus orada duran “şahsiyete” ulaşmak. Orada duran bir kişi yokmuş gibi yapılıyor çoğunlukla. Sanki karşımızda duran bir eğitimin nesnesi, kazanılacak hedeflerin nesnesi gibi görülüyor. Kırmızıyı edinme basamakları, önce ortak dikkat, sonra taklit, orda da önce bedensel sonra daha özel taklitler vs..Bu hedeflerin, bu basamaklandırmaların doğrusu yanlışı konumuz ve yetkinliğimiz dışında. Ancak yine de buraya bir kaç katkı yapmalıyız.  

Konuşmanın gecikmesine eşlik eden göz temasının azalması, ismine dönüp bakmama, ortak dikkat ile oyun oynamamak gibi durumlar karşımızdaki kişiye erişimimizin azaldığı duygusunu veriyor. Her halükarda orada karşımızda duran bir kişiyi arıyoruz. Şahsiyeti arıyoruz. Peki çocuğumuz otizmli olduğunda bu şahsiyet ortadan kalkıyor mu? Aslında kliniğimizde kalkmıyor olduğunu varsayarak çalışmalarımıza devam etmeyi tercih ediyoruz. Zira her otizmli birey farklı, bu temel kanıtlarımızdan.

Ancak daha da önemli bir açıklama şu olmalıdır; Yasin Ramazan Başaran tarafından verilen bir örnekte: “Düşünün ki bir çocuğunuz var ve bir sabah uyandığınızda çocuğunuzun yatağında aynı cinsiyette, aynı yaşta, aynı boy ve kiloda başka bir çocuk yatıyor. Şaşırıp o çocuğu uyandırıyorsunuz. Uyanan çocuk sizi tanıyor ve size sarılıyor, sevgi sözcükleri ediyor. DNA testi yapılıyor, çocuk size ait. Ama siz onu hala tanımıyor ve kendi çocuğunuzu hatırlıyorsunuz. İşin ilginç yanı, eşiniz, varsa diğer çocuklarınız, çevrenizdeki insanlar da çocuğunuzu hatırlıyor. Ama o nerede belli değil. Şimdi buna göre, yeni çocuk eskinin tüm işlevlerini yerine getirebilir olduğu halde, eski çocuğun değerini üstlenemez.” denilmektedir (1).

Yukarıdaki örneğe göre karşımızdaki çocuğumuz A. Yani ismine dönüp bakmasa da varlığından şüphelenmememiz gereken bir şahsiyettir, ismini koyduğumuz o şahsiyettir. Evet genel kabul gören şekilde konuşan bir kişi olmayabilir, bakan birisi olmayabilir ancak yine de bir şahsiyettir ve bizim onunla yaralanan ilişkimizin onarılmaya ihtiyacı vardır. 

Kendimizi ne zaman bir şahsiyet olarak görebiliyoruz? Başkasıyla ilişkimiz en temel yol. Ötekinde ne anlamım var? Bana nasıl davranıyor ve ben ne istiyorum? Bu ikisi arasındaki ilişki yolumuzu açıyor ve bize seçtiğimiz bir şahsiyet kazandırıyor. 

Otizmli bir bireyin bu “kendine gelme” süreci problemin doğası tarafından sekteye uğratılıyor; bakışları yakalayamıyor, seslenmelere cevap veremiyor, iletişimi onaramıyor. Bu durumda kendisini nasıl bizim aynamızda görebilecek?

Edinilen tüm becerilerin bir kişilik yapılanması içinde ortaya çıktığını ve aynı zamanda o kişiliğin oluşmasını sağladığını unutmamalıyız. Yürümeden tutun da konuşmaya kadar tüm becerilerin bir senteze ulaşmaya çalıştığını göz önüne almalıyız. Tabii bu yol mistik bir şekilde baştan belli bir hedefe ulaşmak için ilerlemiyor. Her aşamada bütünlüğü sağlamak için ilerliyor ama sonuçta yine de bir benlik ortaya çıkıyor. Bedeni bütün, algıları bütün, çevreyi yorumlayabilen bir benlik. Eğitimde ve terapide otizmli bir çocuğun da bir bütünlük algısına ulaşmaya çalıştığını unutmamalıyız. Yani hiçbir beceriyi o beceride uzmanlaşmak için öğrenmez sadece. O beceride uzmanlaşarak benliğini güçlendirmek için de edinir aynı zamanda. Kırmızıyı neden öğreniyoruz? Büyüğü? Bana ver demeyi, hayır demeyi, su demeyi? Sadece işimizi görmek için mi? Yoksa hem işimizi görmek ama hem de işimizi görürken kendimizi keşfetmek, oluşturmak ve sınırlarımızı, ne istediğimizi ve istemediğimizi deneyimlemek için mi?

Cevabımız ikincisiyse eğer terapide beceri öğretimiyle sınırlanmadan her aşamada ilişkide kendisini keşfeden bir “şahsiyet” oluşumuna yönelerek sürdürmeliyiz. 

Tüm bu lafların ardından şöyle de söylesek sanıyorum ki yeterli olacaktır: Gözlerine bakın, gerçekten dinleyin, aynanızda (zihninizde ve kalbinizde) yansımasına izin verin. 

Kaynak:

  1. https://www.fokusplus.com/odak/dunyayi-degerli-kilan-nedir